1BUÇUK GÜN-HIZLANDIRILMIŞ NAİROBİ

       AFRİKA RÜYASININ İLK DURAĞI : NAIROBI !

       Nairobi'yle ilgili ilk planlarım tamamen safari odaklıydı; ta ki Büyük Göç'ün Ocak ayında Serengeti'de olduğunu öğrenene kadar.
     Fakat gezi yazılarında öyle bir bahsetmişlerdi ki bu şehirden; vahşi yaşamla iç içe bir büyük şehir! Öyle ki şehrin benliğine işlemiş vahşi yaşam; suç oranları tavan, yoksulluk, pislik had safhada. Özellikle gece tek başına yürümek safaride araçtan inmek gibi, Allaha emanetsin yani..
     Sonuç olarak safari rotamı güneye, Tanzanya'ya çevirsem de bu şehri görmek zorundaydım. 7 Ocak günü başlamayı planladığım yolculuk kardan dolayı bir gün ertelendi ve 2 buçuk gün ayırdığım Nairobi gezisine 1-0 geride başladım.
     
     *Nairobi hazırlıkları, aşı kartı ve çanta içeriği için buraya tıklayın.
     
     Sabaha karşı Nairobi'ye indik. Küçük bir hava alanı, saat geç olduğu için çok sessiz ve tenha. Önceden internetten e-vize aldığım için bir parmak izi verip yoluma devam ediyorum. (vize ücreti 50 dolar, internette 52 dolardı)
     Havaalanı, taksi, otel, yerleşme derken sabah oldu. Zaten bir günüm gitmiş, daha fazla zaman kaybetmemek için prenses yatağımı ardımda bırakıp uyumadan yola koyuldum. 
     Cibinlik dedikleri tül perdeler sivrisineklere karşı 1 numaralı savunmanız
      İlk iş kış vakti Türkiye'de bulamadığım sivrisinek kovucu sprey aramak. Zaten anti-maleria tabletlerini almamışım, sivrisineklere karşı aşırı dikkatliyim. Odaya girer girmez bi tane, bi tane de duşta sivrisinek öldürdüm.
   
     Resepsiyona yakınlarda bir eczane olup olmadığını soruyorum. Kız "tek başına mı gideceksin?" diyor ve şaşkın bir yüz ifadesi takınıyor. Not: kaldığım Kima Hotel merkeze 10-15 dakika yürüme mesafesinde, Downtown dedikleri kalabalık, bol minibüslü, bol el arabalı, turistik kelimesinden bir hayli uzak bir bölgedeydi. Kız yakınlarda bir tane var diyor, ama içi rahat etmiyor ve yanıma orada çalışan bir kızı veriyor rehber olarak:) Yakınlardaki eczaneyi buluyoruz. Daha çok doksanlarda raflarında temizlik malzemeleri, ağzı açık çuvalda toz şeker, kasanın önünde Çokomel satan küçük, loş marketleri andıran eczanede aradığımızı bulamıyoruz. Biraz daha ilerde bir eczane daha, biraz daha derli toplu; ama sivrisinek spreyi yine yok. Derken baya yol kat ediyoruz. Kız önde ben arkada. Bakın, kesinlikle ırkçı değilim, bu söylediğimi yanlış anlamayın ama etraftaki tek beyaz benim ve tüm gözler üzerimde. Ama meraklı bakışlar değil bunlar, "Ne bakıyon birader?" bakışları. Çocuklar tabi daha masum, onlarınki merak. Bir de bazı ablalar var. Onlarınki de insana kendini pirzola gibi hissettiriyor.
     Neyse sonunda bir süpermarket buluyoruz. Bizim A101 gibi, şehir merkezine yaklaştığımız için marketlerin, mağazaların görünümleri de modernleşti. Sonunda sivrisinek kovucuma kavuşuyorum burada! Altına üstüne bakıyorum, bir "deed" yazısı bulmaya çalışıyorum. (Deed oranı %50 nin üzerinde olması tavsiye ediliyordu her yazıda. Buradaki sivrilere aşağısı etki etmiyormuş). Deed oranı falan yok. Sonra dedim Kenya'da satılan sprey Kenya'nın sineğine etki etmeyecek değil ya! Başka seçeneğim de yoktu aldım iki tüp.
Çok etkili olduğunu söyleyemem.


     Döndük otele. Dönüş yolunda şöyle bir etrafı kayda alayım diye telefonu çıkardım, kız uyardı hemen. Kapkaç çok oluyomuş oralarda. Ben yine tamkinli bir şekilde biraz video çektim. Çok da uzatmadım ama.
     Otelde iki Almanla karşılaştım. Ben sivrisineklerden korkuma amele gibi uzun pantolon, tişörtün üzerine gömlek (yazlık tabi ama uzun sonuçta) giyerken bu arkadaşlar cıbıl cıbıl karşıma çıkınca utandım biraz. Sonuçta sarı humma aşım var. Gündüz sokan sivrisinekler sorun değil. Gece anofellere karşı uyanık olmam lazım.(işe yarar bilgi) Ama öyle şartlamışım ki kendimi, elimde olsa arı kıyafetiyle dolaşıcam :)
     Cıbıl Almanlarla kısa bir muhabbetten sonra Nairobi-Arusha minibüs yolculuğumu ayarlamak için resepsiyonun çağırdığı İlyas geldi. İlyas aynı zamanda şehir turları da yapıyordu. Aslında aklımdan geçen biraz yürümek, kaybolmak, bir iki taksiciyle pazarlık edip önceden gitmeye karar verdiğim yerleri ziyaret etmekti. Hem sabahki şahit olduğum şehir kargaşası, hem zamanımın kısıtlı olması hem de İlyas'ın internette 35 dolar olan minibüs biletini 25 dolara ayarlaması şehir turu teklifini kabul etmeme neden oldu. Tüm gün boyunca İlyas ve bir şoförle David Sheldrick Wildlife Trust, Giraffe Center ve Bomas of Kenya'yı ziyaret etmek üzere 100 dolara anlaştık. 

     Yolda giderken Nairobi ve Afrika'nın en büyük gecekondu bölgesi olan Kibera Slum'u göstermek için aracı durdurdu İlyas. Büyükşehrin hemen kıyısında, binlerce çarpık, döküntü ev; milyonlarca aç insan.. Oldukça uzak olduğumuz için elimde güzel bir fotoğraf yok. O yüzden internetten aşırıyorum :

     Bu devasa gecekondu bölgesi o kadar meşhur ki, buraya da turistik geziler oluyormuş. Ayrıca her yıl özellikle Avrupa'dan gönüllü yardım kuruluşları burada çeşitli etkinlikler düzenliyormuş. İlyas'ın dediğine göre turistler pek hoş karşılanmıyormuş. Elinde kamera varsa sana pek iyi davranmazlar, yardım için giden gönüllüler kamera taşımaz diye de ekledi. Keşke zaman olsa da burayı da yakından görebilsem diye iç geçirerek yola devam ettik.
     Yolda, Kibera Slum'a yakın bir yerde, üzerinden dumanlar tüten bir iki kötü bina gösterdi İlyas. Timsahtan zebraya kadar her türlü eti orada yiyebileceğimi, ama biraz pahalı olduğunu söyledi. Yasak değil mi dediğimde gülümsedi. "Yasak ama burada her yasağın parasal bir karşılığı vardır" dedi.

      İlk durak : David Sheldrick Wildlife Trust
     Bir sosyal sorumluluk projesi olan bu merkezde, anne babaları avlanma veya farklı nedenlerden dolayı ölen yetim fillerin bakımları üstlenilmiş. Ziyaretçiler belirli saatlerde içeri alınıyor, iplerle çevrilmiş alanın etrafında toplaştıktan sonra yavru filler çağrılıyor, önce beslenme, sonra da çamurda biraz oyun. Filler oynarken elinde mikrofonlu biri yapmış oldukları işi, kuruluş nedenlerini anlatıyor, sonrasında da tek tek yavru filleri hikayelerini anlatarak tanıtıyor. Doğruyu söylemek gerekirse güneşin altında çok fazla vakit geçirdik. Biraz da çamurlandık. Ama fillerin yetim olması, onları beslenirken izlemek, anlatılan hikayeler ve az da olsa bu projeye katkıda bulunmuş olmak, burayı Nairobi'de görülmesi gereken yerlerden biri haline getiriyor. Etrafta serbestçe dolanan yaban domuzları da ekstra bir ilginçlik katıyor ortama.


  



     Sosyal sorumluluk damarınız şişip de bu çorbada daha fazla tuzum bulunsun isterseniz de bu fillerden birini evlat edinme şansınız var. Evet, 50 dolar ödüyorsunuz ve filinizi seçiyorsunuz. Fili size vermiyorlar tabi ki :) Tamam bu artık senin evladın diyorlar. O parayla da filin bakımlarını karşılıyorlar(mış).


     Giraffe Centre
     Burası da zürafaların bakıldığı bir yer. Zürafaların yanında bolca yaban domuzu görmek de mümkün. Ama bu uzun arkadaşların arasında pek dikkat çektikleri söylenemez. Burada olay şu: zürafaların yanına yaklaşıyorsun, oradaki görevli arkadaş sana bir avuç yem veriyor (ücretsiz) sen de zürafanın bu yemi 15 santimlik salyalı diliyle elinden yemesini izliyorsun. Cesaretin varsa yemi iki dudağının arasına koyuyorsun ve o 15 santimlik dil sana cıvık cıvık bir fransız öpücüğü veriyor. (benim cesaretim olmadı)
     Ayrıca ahşap binanın içinde küçük bir salonda bir anlatıcı fillerde olduğu gibi bu hayvanların bakımından, dertlerinden, avlanmalarından falan bahsediyordu. Biraz kulak misafirliği yaptım, ama sonuna denk gelmişim pek bir şey dinleyemedim. 
     Hediyelik eşya satan mağazalar da her turistik yerde olduğu gibi burada da mevcut tabii.


  



       Bomas of Kenya
     Kenya'nın yerel müzikleri ve danslarının sergilendiği, bunun dışında birçok kabilenin ev ve köy yapısının gösterildiği bir yer burası. İnternette birçok memnuniyetsiz yorum okumuş olmama rağmen Nairobi'de beni en çok etkileyen yer burası oldu. Evet, orada gördüğüm sembolik kabile evlerinin orijinallerini bir hafta sonra ziyaret edeceğim Masai Köyünde görecektim; ama o danslar, müzikler beni mest etti. 
     Saat öğlen 2 civarlarıydı. Sanırım günün ilk performanslarını izliyorduk ve salon neredeyse bomboştu. En önde yerimi aldım ve şov başladı:


       Evet bol ritmli, bol zıplamalı yerel dansları izledikten sonra kısa Nairobi turumuzu bitirmek üzere yola koyulduk. 
     İkinci gün öğlen 2'de olan minibüs yolculuğumdan önce İlyas'la geldiğimiz şehir merkezindeki minibüs ofisine çantamı bıraktıktan sonra bir iki saatimi sağa sola gezerek geçirdim. Şehir merkezi otelin oraya hiç benzemiyordu. Parklar, mağazalar, kafeler, restoranlar.. Hatta hediyelik eşya mağazalarında çok pahalı olduğu için inat edip almadığım tişörtü burada bir mağazadan yarı fiyatına aldım. Süpermarketten de suyu üçte bir fiyatına :)

     Kısa Nairobi seyahatim burada son buldu. Aslını söylemek gerekirse daha da fazla gidip gezecek bir yer yoktu benim için. Birçok vahşi hayvanı görebileceğiniz Nairobi National Park, gidilebilecek en iyi yer gibi görünüyordu. Fakat iki gün sonra Serengeti çayırlarında olacağım için şehre çok yakın olan bu parkı es geçmeyi tercih ettim. Safari yapmayacaklar için kolay ve daha az yorucu bir alternatif olabilir.
     Railway Museum ve Karen Blixen Müzesi de zamanınız varsa ziyaret edebileceğiniz diğer yerler.

       Dikkat edin :
     - İnsanların abarttığını düşünüyordum ama Nairobi çok güvenli bir şehir değil, bunu bariz bir şekilde hissediyorsunuz. Otel görevlilerinden rehberine kadar herkes bunu size sürekli hatırlatıyor.
     - Fırsatınız varsa alışverişlerinizi souveinorlardan ziyade süpermarketlerden, mağazalardan yapın.
     - Pazarlık mutlaka yapın! Sıkı yapın! 50 dolardan 25-30 dolara inmek çok zor değil.
     - Sivrisineklerden kendinizi koruyun.
     - Sıcağa, çok sıcağa hazırlıklı olun.
     - Musluk suyunu duş almak dışında kullanmayın, diş fırçalarken şişe sulardan kullanın.
     - Açıkta satılan yiyeceklerden yememeye özen gösterin
     - Cüzdana telefona sahip çıkın :)
     
       İlginç :
     - O sıcakta çok fazla kişi hapşırıyor ve burnu akıyor.? Belki de bizim sıtma dediğimiz hastalığı onlar böyle atlatıyor?
     - Arabalar hız yapmıyor
     - Kimse sigara içmiyor!
     - Ayakkabı boyacılığını ayrı bir boyuta taşımışlar! (fotoğraf aşağıda)
     - Big Knife Restaurant - merkezde büyük parkın orada Türk lokantası
     - İlyas'ın bana seslenme biçimleri: Şamit, Şameet, Ahmet, Sahmir, Hamir
     - Yemekler şaşırtıcı derecede lezzetli (tüm Afrika mutfağı için geçerli)
     - Yerli dediğimiz, kabile olarak yaşayan insanların çoğu Hristiyanmış. Ben kendilerine has Şamanizm gibi bir dinleri vardır diye tahmin ediyordum.
     - Her şey İngilizce. Artık sömürge olmadıkları söyleniyor sözde. Ama herşeyy İngilizce!
     - Askeri kıyafet giyen özel güvenlikler her yerde.
     - 4G var, buçuğu yok
     - Benzinliklerin çoğu Shell veya Total
     - Çok fazla arazi aracı var (safari için)
     - Arabaların yüzde sekseni Toyota


Bitti.





Ayrıca bakınız:
     
       

     



     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder