FOTOJENİK ADA : ZANZİBAR



       Merhaba,
     Afrika'da safari sonrası Zanzibar'a gitmeyeni dövüyorlarmış. Ben de adet yerini bulsun dedim; safarinin kirini, tozunu, yorgunluğunu bu fotojenik adada atmaya karar verdim.

     Zanzibar'ın farsça karşılığı Zengibar olup, anlamı Zenci Sahili'ymiş. Yıllarca Portekiz sömürgesi olan, daha sonra Arapların denetimine geçen ada, günümüzde Tanzanya'ya bağlı özerk bir bölge olarak biz turistlere hizmet vermektedir. Evet, başka hiçbir yerde bulamayacağınız bu tarihi ve stratejik bilgilerden sonra dört günlük Zanzibar gezimi aktarabilirim.

     Uçak biletlerini aldıktan günler sonra öğrendiğim bir gerçek vardı: Arusha'dan Darüsselam'a giden uçak önce Zanzibar'a iniyomuş. Benim Darüsselam'a gitme sebebim zaten feribota veya pırpır uçağa binip karşıya, Zanzibar'a geçmekti. Neyse dedim ben o zaman Zanzibar'da inerim. Dedim ama yemedi: 16 Ocak günü Arusha'dan Darüsselam'a giden uçağa bindim. Zanzibar'da uçaktan indim, dışarıda yolcuları bekleyen otobüse bindim. Buraya kadar sıkıntı yoktu. Hatta yolculukta yanımdaki yolcuyla bu konuyu konuştuk, "bence bi sorun olmaz" dedi. Otobüste de göz göze geldiğimizde "başardın" der gibi baktı ve 👍 yaptı. Derken zaman geçti, otobüs dolmasına rağmen kalkmadı. Sonra içeri birkaç görevli girdi ve biletleri kontrol etmeye başladı. O an yine göz göze geldik ve bu sefer ikimizde de hayal kırıklığını uğramış yüz ifadeleri vardı. Velhasıl, ne dediysem görevlileri ikna edemedim ve beni tekrar uçağa bindirdiler.
 
     Darüsselam'da iner inmez daha fazla vakit kaybetmemek için Stone Town'a giden küçük uçakları sordum. Uçaklar buradan adaya her saat başı kalkıyormuş. (başlangıç ve bitiş saatlerini bilmiyorum.) Kapıyı 65 dolardan açan abiyle 50 dolara anlaştıktan sonra ilk uçak dolu olduğu için 2 saat sonrasına bilet aldım. Bana ekstra elli dolara mâl olan bu olay bir yandan da feribot mu uçak mı ikilemimi ortadan kaldırmış oldu. İkisini de istiyordum, ikisini de yaşamış oldum.




     14 kişilik, küçük, dolmuşu andıran, sırt çantalarını arkadaki boş alana bıraktığımız, telefonun falan sertbest olduğu pırpırla yolculuk 20 dakika sürdü. Otelin 35 dolar dediği havaalanı transferini istememiştim, orada pazarlık ettiğim Muhammed abiyle 10 dolara anlaştım ve Stone Town'daki otele yola koyulduk.

     not: Pazarlık yapın! Bi kere %50 birçok şeyde garanti. Gerisi sizin kabiliyetinize kalmış.

     Stone Town adanın başkenti, dolayısıyla hava-deniz yollarının ve ticaretin merkezi. Turizmin dışında da hayat yoğun bir biçimde akıyor. Küçük ve kolay olan merkez, ayrıca Tanzanya'nın gördüğüm diğer yerlerine göre oldukça güvende hissedeceğiniz bir yer.

     not2: Stone Town'a iner inmez turist olduğunuzu anlayan genci yaşlısı onlarca Muhammed (evet, adada tanıştığım ilk dört kişinin adı Muhammed'di ve notlarıma "burada herkesin adı Muhammed" yazmışım) size çeşitli tekliflerde bulunacak. Bu teklifler sırasıyla; Prison Island ve şehir turlarıyla başlayacak, esrar, haşiş, kokain olarak devam edecektir. Sıralama bende istisnasız her seferde aynıydı. Diyeceğim o ki Darajani Bazaar, Old Slave Market ve Freddy Mercury'nin doğduğu evi kapsayan şehir turlarını direk eleyin. Bir sabah elinizde şehir haritası veya interneti olan bir telefonla çıkın, öğleden sonra merkezde görülebilecek her yeri görmüş olacaksınız. Ben öyle yaptım.

     Prison Island:
     Adanın en meşhur yerlerinden biri. Zamanında hapishane olarak kullanılmış bir ada. Fakat gittiğinizde hapishaneye dair pek bir şey bulamayacaksınız. Bir çeşit butik otele dönüştürülmüş, yorumlarda gördüğüm kadarıyla hem otel hem de restoranı oldukça pahalıymış. Restoran fotojenikti ama, hemen yakaladım kareyi ;)
Adayı ziyarete değer kılan şey ise içindeki kaplumbağalar. Yıllar yıllar önce Seyşeller'den getirilerek baharat karşılığı takas edilen 2 kaplumbağa burada çoğalmış da çoğalmış. Şimdi onlarca belki de yüzlerce var.
     Giriş 8500 şilin(4 dolar). İçeride yaşları 192'ye kadar varan onlarca ihtiyar kaplumbağayla selfie çekiliyorsunuz, onları besliyorsunuz. Kaplumbağaların yaşları sırtlarında yazıyor. Yavru kaplumbağalar çok küçük oldukları ve turistler tarafından çantaya atıldıkları için kafes içinde tutuluyor. Toplamda yarım saat hem "prison" kısmını hem de kaplumbağaları görmek için yeterli. Bunun dışında küçük bir sahil de var adada. Benim gibi hazırlıksız gitmezseniz havlunuzu serip güneşlenebilirsiniz.






     not: Stone Town'daki Muhammed'ler 25-35 dolardan açıyor kapıyı Prison Island için. Hatta bir önceki akşam tanıştığım İsviçreli ablalara sanırım daha sarı oldukları için 45 dolar fiyat çekmişler. Telefonumdaki uygulamaya göre 18 dolara tekabül eden 40000 şiline Muhammed'le anlaştık.(abartı değil, bu da Muhammed)
not2: Turlarda yerliler 2000 şilin=1 dolar olarak hesap ediyor. Ama 0,90 dolar yapıyor 2000 şilin. Fiyat arttıkça kârınız da artıyor. O yüzden pazarlığı dolar üzerinden yapıp şilin olarak ödeyin ;)

     Prison Island kaplumbağalar sayesinde benim için tatmin edici olsa da hemen bitiverdi. Zaman kaybetmiyim diye erkenden de gitmiştim. Hatta kaplumbağaların ilk ziyaretçisi bendim :) Dedim Muhammed napıcaz saat daha erken? Sandbank diye bir ada var dedi, buradan 30-35 dakika mesafede. İstersen gidebiliriz? Bi pazarlık daha 40000 şiline Sandbank'i ekledik rotaya. Biraz zorladım ama daha inmedi, geldiğimiz mesafeden çok daha fazla orası dedi. İyi dedik koyulduk yola..

     Sandbank dediğin yer okyanusun ortasında bir serap. Büyülendim! Resmen bir avuç kum birikintisi okyanusun ortasında kalmış, etrafı da turkuazla boyanmış. Ne bir ağaç, ne bir ot. Ne de insan yapımı bir yapı. Dedim ya küçücük zaten. Tur şirketleri burada piknikler düzenliyor. Ben yapmadım ama yapılabilir. Çok da güzel olur. Burası piyangodan çıktığı için benim yine bir hazırlığım yok. Yürüdüm öyle uçtan uca adayı, ayaklarım suda. Biraz orada gelecek misafirler için piknik hazırlığı yapan abilerle konuştum. Sonra dedim Muhammed'e gidelim. Dönüşte de burada köpek balığı var mı diye sordum. Olmaz bu bölgede dedi. O zaman dedim ben atlıyorum. Korktu, güvenemedi başta. Bacağımdaki çapa dövmesini gösterdim. Dedim raat ol biz Karadeniz çocuuyuz :) Atladım Hint okyanusunun tuzlu ve ılık sularına..





     Tüm bu ada muhabbeti bitip Stone Town'a döndüğümde saat henüz 11:47! Önümde koca bir gün var. Duş alıp üzerimi değişip hemen koyuluyorum yola. İlk durak Fredy Mercury'nin doğduğu ev. Evet, dünyaca ünlü, efsane, star Fredy Mercury burada doğmuş. Ama hepsi bu. Burayı da otel yapmışlar. Görülecek hiçbir şey yok. Önüne geçip Freddy Mercury'nin doğduğu evi gördüğünüzün ispatı olarak bir fotoğraf çekmekten başka yapabileceğiniz bir şey de yok. İçeri şöyle bir baktım, duvarlarda fotoğrafları var, ama bebeklik falan değil, gençlik fotoğrafları.Ama olsun, orası kesin doğduğu ev, yoksa fotoğraflarının ne işi var duvarda :))

     Fredy'nin evi sınıfta kaldıktan sonra istikamet Slave Market oldu. Ara sokaklarda geze geze biraz da şans eseri buldum mekanı. Zanzibar adası eskiden Afrika'da köle ticaretinin önemli merkezlerindenmiş. Bu köle pazarında da, zindanlarda tutulan köleler eğer hayatta kalabilirlerse satılmak üzere sergileniyormuş. Kısaca söyliyim, buranın da pek bir olayı yok. Koca koca posterlerde buradaki kölelerin yolculuğu ve köleliğin tarihi hakkında internetten de okuyabileceğiniz uzun uzun yazılar yazmışlar. Binadaki gezinizin yüzde seksenini bu yazılar oluşturuyor. Öyle Sinop Cezaevi gibi bir atmosfer, doku yok yani. Alt kattaki alçak, küçük zindanlar biraz hava katmış ortama. Her turistik yerde olduğu gibi burada da binanın içinde hediyelikçilere rastlıyorsunuz. Burayı da benim gözümde kurtaran arka taraftaki köle heykelleri oldu. Gerçekten çok beğendim. Tüm o uzuuun yazıların anlatamadığını, orada yaşayan kölelerin anısına yapılmış bu heykeller anlattı..
Bu arada SlaveMarket'e giriş 10.000 şilin. Girişte ayrıca rehberler yanaşıyo içeriyi gezdirmek için. Ne kadar para istiyorlar bilmiyorum, gerek de yok zaten. Gitmeden önce okuduklarım, orada göz gezdirdiğim yazılar bana yetti.



     Oradan geldik Darajani Bazaar'a. Bildiğin halk pazarı. Çoğunlukla baharat satılıyor. Bunun dışında meyve, sebze, her şey de mevcut. 37 derece sıcakta açıkta kesilen hayvanların kanları yürüdüğün yolda önünden akıyor. O sıcakta yeni kesilmiş etin kokusunu hayal et. Sıcak kalabalık ve koku beni pek açmadı. Bu ziyareti de kısa kestim, tuttum otelin yolunu.



     Sonuç olarak Stone Town'da görülmesi gereken yerleri gördüm ve çok da tatmin olmadım. Tüm bu dandik yerlerin dışında benim adanın en sevdiğim kısmı sokakları oldu. Evet, bazen eski bir Avrupa kentinin dar sokaklarını gezer gibi hissediyorsunuz, derken size Afrika'da olduğunuzu hatırlatan bir sahneyle karşılaşıyorsunuz. Kalabalık, dar, hediyelik eşyacı dolu sokaklardan, küçük çikolata çocukların etrafta koşturduğu tenha sokaklara çıkıyorsunuz. İnsanlar sürekli önünüzü kesip bir şeyler satmaya çalışsa da çok ısrarcı olmuyorlar (genelde). İstemiyorum dediğinizde Hakuna Matata (sorun yok) diyorlar. El sıkışma olayını da hiç pas geçmiyorlar.

     Sıradaki durağım adanın kuzeyindeki Nungwi Beach. İnternetten bakıyorum, taksi ücreti 50-60 dolar. İlk gün beni otele götüren Muhammed'e mesaj atıyorum, diyor 40 dolar. Derken trip advisor'da kafamın üzerinde büyük bir ampul yakan o yazıyı görüyorum: Stone Town-Nungwi Beach dalla dalla (minübüs) ücreti 2000 şilin (1 dolar) Hemen aşağıya iniyorum resepsiyondan saatleri öğreniyorum. İlk dalla dalla sabah 7 buçukta.

     Otele beş dakika mesafede olan ilk durakta Nungwi Beach'e giden dalla dallayı buldum. Biraz gecikmeli kalktık. 20 kişilik minibüs ilk başta doluydu. Daha doğrusu ben öyle sanmışım. 20 kişi dolunca aradaki ekstra koltuklar açıldı. Onlar da dolunca ekstra koltukla tek kişilik koltuk arasında kalan boşluk da (yarım lob tek kişilik koltukta, yarım lob ortadaki ekstra koltukta olacak şekilde) kullanılmaya başlandı. 30 kişiyi aşmıştık. Allahtan İstanbul'dan 500ES tecrübem var, çok sıkıntı çekmedim. Bir saatlik bu kıç uyuşturan yolculuk da Zanzibar gezimde benim için üst sıralara koyduğum bir anı oldu. Minibüsteki tek yabancı bendim. Gülen gözlerin yanı sıra, "ne işi var bu turistin burda?" bakışları da üzerimdeydi. En güzeli de küçük çocukların meraklı bakışları oldu :) Yol deseniz bambaşka bir şey.. Stone Town'dan çıktıktan sonra iki katlı bina yok denilecek kadar az. Evler, marketler, kasaplar, hepsi yüz sene öncesi gibi. Resmen zaman içinde yolculuk. Vizonteledeki topluca televizyon izleme olayını defalarca gördüm. Televizyon evin penceresinden dışarıya çevrilmiş, onlarca kişi dışarı oturmuş izliyor. Nungwi'ye vardığımda da aynı durum. Minibüsün durduğu yerden sahile varana kadar yarısı yıkık dökük, sağlam gibi olanların içinde insanların yaşadığı viranelerin içinden geçtim. Yanlış yerde miyim dedim? Değilmiş. Sonra keçilerin ve kargaların cirit attığı geniş bir çöp birikintisinden geçerek sahile vardım.






     Nungwi Beach, Zanzibar'ın en iyi sahillerinden biri olarak biliniyor. Evet, doğanın bir armağanı resmen. Doğa turkuaz rengini bu kıyıda da çekinmeden kullanmış. Balıkçı tekneleri de oraya resmi tamamlamak için koyulmuş sanki. Ama bakımsız, gelgit sebebiyle sahilin büyük kısmı günün yarısı yosun ve pislik dolu. Keyfini çıkarmak için kıyıdaki otel veya pansiyonların şezlonglarından, yataklarından falan faydalanmanız gerekiyor. Güzel bir guesthouse buldum. 5000 şiline bir şezlong kiraladım. Yattım aşaa. 60 faktörlük güneş kremim ekvatorun dik ışıklarına karşı koyamadı ve ertesi gün otelde klimanın altında yanık kremi sürerek geçirmek zorunda kaldım.

     Velhasıl kelam, Zanzibar adası safari sonrası Ocak ayında sahil keyfi yapılacak güzel ve kolay bir seçenek. Şehrin etkileyici bir tarihi olsa da bunun yansımaları beklediğim kadar değildi. İnternetteki "Gidilecek yerler"den ziyade, gittiğim yollar benim bu seyahatimin güzel geçmesini sağladı. Adanın doğusu ve güneyinde de görülmeye değer güzel yerler vardı. Benim hem zamanım, hem enerjim yetmedi. Orada sunulan bir diğer etkinlik de baharat turuydu. Her çeşit baharatın topraktaki, daldaki halini görebildiğiniz, evdekiler için güzel hediyelik baharatlar alabileceğiniz bu tur ilgimi çekmedi. Gerçekten ilgimi çeken ve yapamadığım şey ise Dolphin Tour oldu. Yunuslarla yüzme şansı vaad eden bu etkinlik yalnız gitmek için uygun değil ve pahalıydı. Bir firmayla konuştum, eğer bir grup olursa beni de katabileceklerini söylediler, numaramı aldılar ama cevap gelmedi.


     Peki 4 günde ne kadar harcadım ?

     Pırpır uçak: $50

     Feribot (dönüş) :$40 (normal 35, bussiness 40, vip 50 dolar)

     Yeme-içme : $85 (bir öğün 20000-40000 şilin arasında değişiyor mekana göre)

     Hediye : $23

     Gezi/tur/ulaşım : $55

     Diğer : $33 (bahşiş, güneş kremi, havlu vs)

     Otel : $221

     TOPLAM : $507

  İlginç notlar:
- Herkesin adı Muhammed :)
- Camide, ezanda olduğu gibi, imam namaz kıldırırken de ses dışarı veriliyor
- Burada herkes rehber! Herkes sana bir yerleri gezdirme derdinde.
- Dalla dalla'da yolculuğum sırasında önde oturan bebek beni inceliyor. "ce-ee" yapıyorum, hoşuna gidiyor, gülüyor. "ce-ee"nin evrensel olduğunun farkına varıyorum.
- Benzinliklerin çoğunun üzeri açık
- Burada bile benzin bizden ucuz
- Turistik bölgenin dışına çıktığınızda Afrika'nın fakirliği ve yokluğuyla yüzleşiyorsunuz. Bunun yanında garip olarak herkes rahat, hayatından memnun görünüyor.
- Dönüşteki dalla dalla yolculuğunda yine bir bebek. Bu sefer kundakta, bir kızın kucağında. Yanlarında da anneleri var. Yanıma oturdular, bebeğe bakıp gülümsedim, "maşallah" dedim. Teyzenin tepkisi; hani küçük bir çocuktan beklenmedik bir şey duyunca insanın hoşuna gider, güler ya, öyle oldu. Küçük bir kahkahanın ardından gülerek yanındakine bir şeyler söyledi. Swahilicem yok ama eminim dediği şuydu: "Anaa gördün mü beyaz çocuk maşşallah dedi ahahahahahaha"
- İtalyan turist çok. (özellikle Nungwi bölgesinde)
- Kadınlar hayatın çok içinde. Benzinlikte pompacı, ayakkabı boyacısı, çöpçü... Kadınları görmeye pek alışkın olmadığımız iş dallarında bir hayli aktifler.
- Çok sıcak
- Afrika mutfağı harika! Kızartılmış muzu mutlaka deneyin!

Bitti.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder